HAYALDEKİ ÜLKE PARÇALANACAK MI?

avatar

img_0.40992105504508236.jpg
Bu
Bir ülke... Ülke de benim ülkem. Ülkemiz yorgun ve onunla biz de yorgun argın ve de derbeder… Derbederlik asırlık ve hep yüklü hatıra… Birikimiyle ve acı hatırasıyla dolu cüzdanlar… Her hatırası da cüzdanlarda saklanan… Kurtuluş için tanıdıklar her köşe bucakta aranan… Neden diye sormaya ne hacet: Ülkemiz beynimizi ve kalbimizi okşarken, bir de tokatlıyor. Kalple beyin tokatlanırken, ümitlerimizi de çoğaltıyor... Ülkemize bağlı yaşarken, dostlarla beraber ama beraberken, bile bihaber. Yaşayan dostlarla birbirimizden habersiz uzak akraba gibi... Uzaktaki akrabalarla, şikayetle mazerette artıyor. Çünkü sevginin malını mülkünü dostlarla ortak yemek istemiyoruz. İstanbul, Malatya, Amasya ve Ankara bizimle beraber ama şehirlerin ekonomistler ortada yok... Halbuki ne Londra, ne de Paris ve ne de Roma’sı hayalimizde… Çünkü Anadolu’da güneş çıplak ve gülücükler dağıtarak doğuyor. Gecesi de gündüz gibi… Dostlarla hiçte uyumayı düşünmüyoruz ama… Çünkü uyanık iken, gün bizi ayakta kucaklayacak.. Kucaklayan Anadolu'nun bereketi var olacak. Ve herkese yetecek ve herkesin bol meyvesi ve meyve ağaçları olacak. Dolaştığımız sokaklar gülümseme ve sevgi zerrecikleri sunacak… Böyle, şöyle değil, sevgi ve bereket prizmada yansırken, karşısında bizler aciz ve, şaşırmaktayız... Hal böyle iken, cihangirane bir şekilde gurur dolu sıradaki refah ve mutluluğu neden kovalayan olamıyoruz ki? Benim iyi huyum bir sandalye ilişmek ve ülkemizin mutluluk ve bereketini yazarak paylaşarak… Şükür ki damarlarımda yazı yazmanın sıcak alevidir ayaklanan… Vergi sevgi ve ben de o sevgiyle uğraşıp duran... Açıkçası Anadolu’da kaderin çok iltimaslı kullarına bahşettiği ilahi bolluk vergisini ödemeyi bekliyor. Ödenmesi beklenirken, dönemim 68 dönemiydi. Belki de o zaman bile hep kurtuluşa inanıyordum. Ama hep nasıl inanabilirdim ki? Yıllardır kan kaybeden ülke ekonomisi var. Ve ben de kan kaybeden ekonomisini her kesimden dinliyorum. Dinlediğimi de hep şaşırarak seyrediyorum. Toplum dağınıktı ve ekonomimiz perişandı... Ekonomimiz bütün hafifliğiyle ortadaydı. Ülkem ve ekonomisi birbirinden adeta kopmuş iki çözülmüşü sergiliyordu. Eriyen, dağılan bir toplum ve birleştirici olmayan ekonomistler... Ortadaki ekonomi ekonomistlerle üretiminin musiki sesini kaybediyordu. Çünkü yabancıların ürettikleri sadece ülkemde halkı sarhoş edendi. Halk kendi ürettikleriyle değil de yabancılarla yaşamaya alışıyordu. Ve ülkede vatandaşı bu hayatta alışmaya çalışanları çoğaltıyordu. Aslında Türk liram ve kendi ekonomim yokken, kendi ülkem de yok idi. Çünkü paramız sadece kağıt olarak cüzdanımızda taşınıyordu. Açıkçası yabancının parasını sahibine vermiyor ve biz de kendi üretimimize sahiplenmiyor idik. Bu bizim içinde yaşadığımız ekonomiye kesilen bir ceza... Daha doğrusu bizim ekonomistler rüsva ve perişanlığıyla kendini ayaklar altına alarak çiğnenme rezilliğin cezasını göze alabiliyordu. Rüsva ve rezilliğini kendine nasıl saygı payesi olarak görebilirler ki? Kendi parasıyla yaşamayan, kendi kafasıyla düşünmeyen bir hayat bizim için nasıl yerli bir ekonomi ve nasıl yerli bir yaşam olabilirdi ki? Acaba bu yaşam şekli ekonomimize ve kendimize acıyarak bakmak değil miydi? Çünkü halka gösterilen ekonomi aldatma ve düşmanca arzunun içinde... Daha doğrusu zamanı boşa harcatma arzusu… Ama halktan da şikayetçi hiç kimse yok. Varsa da çoğun altında kaybolan olmakta... Yazık başkasının ürettiklerini bir sınavdan diğer bir sınava koşarken başımız dönüp kalıyor. Ne yazık ki bazılarımız tercihli uşak olurken, bu mevki ile iftihar bile etmekte… Köleliğiyle iftihar edenler ülkemize göz dikenlere nedense aldırmıyor. Göz dikenlere hem hükümetiyle hem de muhalefetiyle adeta bir anlaşma içinde... Yıllar önce atılan temellerde halkın bir payı veya bir kabulü var mıydı? Hayır. Bu halkı ne pay sahibi yapmıştılar ne de hak sahibi... Neydi bu temeller? Bazıları topraklarımızı ele geçirecek, bazıları da bizi sömürecek... Sömürmek için her şey yapılmıştı. Ülkede ne sanayi bırakılmıştı ne de üreten fabrika. Sanayisi ve fabrikası olmayan ülke ne yapardı? Tabii ki bütün ihtiyaçlarını kendisini sömüren devletten karşılayacaktı. Bunu artık halkımız da kabullenirken, sömürüldüğüne dair pay sahibi de oluyor. Çünkü artık düşmanlar bu halkın arasından çıkıyor. Şimdiye kadar maskeli haliyle çıkıyordu ama şimdi gizli maskelerini atmış… Kimi din kardeşliği altında yapmakta, kimi de ezilen kavimlerin hakkını savunma adı altında… Artık alenen yapılmaktadır. Düşman ülkeyi sömürge yapma işini başarıyla yaptı. Hem de kutsal saydıkları emelleri birer birer gerçekleştirerek... Aradaki dengeleri terazide tutması da gösterge olmaktadır. Göstergeyle izleyeceğimiz politika meydandadır. Bu ülkeden parça koparacaklar. Ne tarih değişmiş ne de sömürgeci Amerika’nın niyeti. Tarih bir tekerrür ve biz de bir daha tekrarını yaşıyoruz...

img_0.9807708947906629.jpg



0
0
0.000
0 comments