KENDİ ÜLKEMDE YALNIZDIM

avatar

img_0.3215085902894572.jpg
Düşünce adamı diye düşünürken, hiçbir düşüncenin kitabını bir hediye diye kabul etmedim. Sadece kendi hediyelerime sahip olmak istiyordum. Daha doğrusu hiç kimsenin fikrinin arkasına takılan biri olmak istemiyordum. Zaten bir fikirde kalmam o fikrin yanlış ve doğrularını kabul etmem mümkün değildi. Eğer yanlışı kabul etsem doğrularım yanlışın buhranında silinecekti. Silinmese de yine de bir toplumun içindeyim. Birbirimizi hiç anlamadığımız bir toplum... Toplum, keşmekeşlerin bir kalabalığı... Ama yine de kalabalıktan bazılarına göre, düşünen biriyim. Belki bazılarını dediği gibi: kötü bir yazarım, sıkı sıkıya eleştiren ve eleştirdiklerini bazen kör kuyulara bile atabilen biriyim. Belki ben de bu huyumu, kötü bir huyum olarak sayabilirim. Ama bu kötü bir huyum olsa da hiçbir zaman gereksiz ve boş eleştirilerim değildir. Ülkemin kaderini değiştiren kötülerin karşısında durup methiyeler dizecek değilim herhalde. Ülkemin bereket ve bolluk dolu sınırları karışla ölçülmez, derken, ülkeme uzaktan bakanlar için “kaybolan cennet” gibi debi derya ama yakında bakanlar için “kaybolan cennet” imi beş Amerika dolarına satabilecek kadar gözü dönmüşler var.

img_0.6250382724597159.jpg
Dönemim 68 dönemine rast gelmişti. Türkiye’de yüksek tahsil yapmayı ümit edemedim. Peki etseydim ne olabilirdim? Bir sağcı veya bir solcu olacaktım. Tahsil için yurt dışına gitmem sağ ve solun kıskacında ezilmemek için aslında başvurduğum bir kaçış idi. Belki de ne sağa, ne de sola inanıyordum. Bilmiyorum. Ama nasıl inanabilirdim ki? İkisi içinde, ezilenler var ama her şeyden önce onlar birbirini eziyordu. İkincisi maddi durumu sıkıntılıydı. Sıkıntılarım da varken, Riyadh üniversite karşılıksız burs verince ve yurt dışında okumanın hevesine kapılarak koşmuştum. Peki burada neyle karşılaşacağımı biliyor muydum? Hayır. Burada İslam dini bir kralın dini idi ve adeta kültüre sosyal yaşam bir kralın adına işliyordu… Gitmeden önce onlar hakkında üç beş kitap okumuştum ama ne kadar anlamıştım ki. Anlamadığım orada yaşam yoktu. Varsa da yaşam kavgası bambaşka renkler altında tecelli ediyordu. O rüyalarla orada bir şey öğrenmeyecektim. Sonra… Sonra yine ülkeme döndüm. Döndüğümde zihni ve midesi yarı aç idim. Aç idim çünkü işsiz kaldım. Sözde on yedi yıllık bir eğitim görmüştüm ama on yedi yıl bile beni bir mesleğe layık görmüyordu. Bir aydın mı idim. Evet. İftiharımın gölgesine sığınmadan, aydın olduğumu söyleyebilirdim. Ama benim memleketin en büyük yanlışı yetişmiş aydınlarının beynini ve kalbini itlere peşkeş çekmesiydi. İtlerin önüne atılmaktan kurtulanlar da hapishanelerde çürütmekteydi. Arkadaşlarım hapishanelerde çürütülmüştü. Peki ben nasıl kurtulmuştum? Ben ne sağcıların yanında, ne de solcuların yanında yer almıştım. Sağcı veya solcuların derneklerinde münevver birinin nefes alabilecek bir yer olarak görmüyordum. Bendeki sağ ve sol fikirleri kendi içimde merak ettiğim bir tecessüs olmuştu aslında. Bu tecessüs dolu merakla devlet beni ezecekti… Ezdi de nihayetinde... Beni işsiz ve güçsüz bırakarak ezmişlerdi. Acaba benim gibi ezilen daha kaç kişi var idi. İşsiz iken, bir de ülkemde terör yangın vardı. Bu yangını söndürmeye koşanlar ya yok ediliyordu, ya da işsiz güçsüz bırakılarak cezalandırılıyordu. Ben de cezalandırılarak nasiplenen oluyordum. Cezalanırken, işsizliğe o kadar alışmıştım ki, işsizlik beni rahatsız etmiyordu artık.
Ülkemde bir kurtuluş savaşı var mıydı? Kurtuluş için koşanlar cezalandırılırsa nasıl bir kurtuluşun kavgası olacaktı? Aslında ülkemde herkes kurtuluşu kendi beşiğinde bulmak istiyordu. Ama birlik beraberlik olmayınca hiç kimse kurtuluşunu beşiğinde bulamıyordu. İşte bilmedikleri gerçeklerden biriydi bu. A.B.D. deki bütün ırklar tek vücut olarak İngiltere’ye karşı birleşip savaşarak İngiltere’nin sömürgesinden kurtulmuştu. Ama benim ülkemde ırklar birbiriyle sorunlu haline getirilerek birbirilerini yok etmeye zorlanıyordu. Aynı topraklarda yaşayan farklı ırklar bu kadar birbirini küçültmeye zorlanması terörü doğururken, şaşırtıyor ve endişe yaratıyordu. Irkları birer düşman yapılırken, yapılanlar da kuduz köpekler gibi birbirini kovalamak oluyordu. Ve birbirimizi hep yok etmekle meşgulüz. Aslında ayağımızın altındaki uçurumu kendimiz kazıyoruz. Peki bu hileleri anlayan aydın yok mu? Ama aydınlar da bu ülkede gölgesinden korkutulmaya alıştırıldı. Ben alışmayarak ne sağda,, ne de solda yer bulabildim. Bir tek doğrularda buluşanları görmediğim için yer bulamadım. Hiçbir zaman onların ülke kurtarıcılığına soyunduklarına inanmıyorum. Zaten onları tanımadığım gibi, onlar da beni tanımadılar bir türlü…

img_0.40621273375748984.jpg



0
0
0.000
0 comments